RAHMİ BEY

27.12.1865-1924 29.4

 

 

            27 Aralık 1865 İstanbul Bayezıd’da doğdu. Babası Trabzonlu Hilmi Efendi’dir. Çeşitli Vilayetler’de muhasebecilik görevinde bulunmuş, en son Gümülcine defterdarı iken emekli olmuştur. Rahmi Bey babasının görevli olduğu Bursa’da ortaokulu okudu. Daha sonra Liseyi’de bitirerek İstanbul’da “Mekteb-i Mülkiye-i Şâhâne„ ye (Siyasal Bilgiler) kaydoldu. 1886 yılında henüz 21 yaşında iken bu okulu da bitirdi. Yatılı olarak okuduğu mülkiyeden hemen sonra uzun ve değişik noktalarda sürecek memuriyet hayatına 11 Aralık 1886 yılında, “Şuray-ı Devlet Muhakemat Dairesi”nde başladı. Daha sonra Rahmi Bey’i çeşitli kademelerde başarı ile hizmet eden biri olarak görürüz. 15 Ocak 1897’de Mülkiye Dairesi birinci muavinliği, 27 Nisan 1901 Şuray-ı Devlet Bidâyet Mahkemesi Hakim yardımcısı, 11 Aralık 1906’da Şuray-ı Devlet üyesi ve buna bağlı olarak Bidayet Mahkemesi hakimi oldu. 11 Şubat 1913’de çalıştığı bölüm Devlet tarafından kapatılınca açıkta kaldı. Bundan sonra Rahmi Bey, maddi sıkıntı yaşamaya başladı.

            Rahmi Bey, yukarıda özetlediğimiz memuriyetinin dışında da bazı görevler yapmıştır. Vefa Lisesinde “resmi yazışma„ öğretmenliği, bir süre Darül’-Elhan (İstanbul Konservatuarı) müdürlüğü gibi görevlerde de bulundu. I. Dünya savaşı yıllarında Konservatuar kapatılınca, yine açıkta kaldı. Bir süre azınlık okullarında Türkçe derslerine girdi. Konservatuarın tekrar açılması onu eski görevine dönmesi konusunda umutlandırdı ise de göreve Musa Süreyya Bey getirildi. Rahmi Bey bu duruma çok üzüldü.

            Rahmi Bey’in hayatının sonları, büyük üzüntülerle geçmiştir.Hayatındaki en değerli varlığı olan tek kızını özenle büyütmüş, zamanı gelince de Medeni Aziz Efendi’nin oğlu Tanburi Hanende Zühtü Bey ile evlendirmişti. Fakat bu evliliğin yaşadığı sorunlara yakından tanık olmuş, bir süre sonra da kızının veremden ölmesi üzerine yıkılmıştır. Rahmi Bey bundan sonra içine düştüğü ruh hali ile nısfiyesini kırmış, mûsıkîye olan düşkünlüğünü bir kenara bırakmıştı. Orta boylu, elâ gözlü, buğday tenli ve tıknaz biri görünüşüne sahip olan Rahmi Bey’in edebiyata ve mûsıkîye olan tutkusu genç yaşlarında başlamıştır. Özellikle Mülkiye döneminde şiire olan merakı, “Servet-i Fünun„ edebiyat akımının öncüleri olan Recai-zade Mahmut Ekrem, Tevfik Fikret, Ali Ekrem Bolayır, İsmail Sefa, Muallim Naci gibi zamanının önde gelen san’atkârlarından yararlanarak gelişmiştir.

            Dönemin “Servet-i Fünun„ gazetesi sahibi ve onun mülkiyeden olan arkadaşı Ahmed İhsan Bey, Rahmi Bey’i anlatırken şunları söylemiştir: “San’atkâr ruhlu bir insandı çocukluğu mûsıkî ve edebiyat meraklıları arasında geçmişti. Biz ona Mülkiye’de –Aşık Şair- derdik. Zamanının edebiyat akımlarına uyarak, gazeller, şarkı güfteleri yazardı. Sonra bestekâr olmuştu, mükemmel nısfiye çalardı. Hafif fakat tesirli bir sesi vardı. Rind meşrepliydi. Maddi şeylerle uğraşmayı sevmezdi. Tam bir şark filozofu idi. Biz okulda onu bu sıfatlarıyla sever ve takdir ederdik.”

            Genç yaşlarında, bestekârlıktan çok şiirle uğraşan Rahmi Bey’in çok köklü bir mûsıkî öğrenimi olmamıştır. Medeni Aziz Efendi’den ders almıştır. Ney ve Nısfiye çaldığı sazlardan idi. Fakat bunları kimden öğrendiğini bilmemekteyiz.

            Refik Fersan, hatıralarında Rahmi Bey’in yalılarına sık sık geldiğini,gayet tatlı sohbet eden,meclisine doyulmaz bir kişi olduğunu,Hacı Arif Bey ile uzun süre beraber olduğundan dolayı onun eserlerini son derece ahenkli,asil bir üslub ve eda ile okuduğunu yazmıştır.

 

            Fransızca bilen, Arapça ve Farsça’yı da yeterince anlayan, Devletin üst kademelerinde hizmet etmiş olmanın verdiği kültür ve doğuştan olağanüstü bir zevk ve san’at anlayışına

sahip Rahmi Bey’in yaptığı tüm şarkılar klâsik şarkı repertuarınızın en önde gelen eserleridir. Mûsıkî’yi çok iyi dinleyerek, katıldığı toplantılarda, Tanburi Cemil Bey, Ali Rıfat Çağatay, Udi Nevres Bey, İsmail Hakkı Bey, Leon Hancıyan gibi müzisyenlerden kendisine lâzım olan birikimi, bilinçli bir şekilde edinmiştir.Özellikle Tanburi Cemil Bey ile olan dostluğu, çevresindekilerin dikkatlerini çekecek ölçüde idi. Cemil Bey’in oğlu Mesut Cemil bu konu ile ilgili olarak şunları yazmıştır. “Cemil Bey’in eski ve ölünceye kadar bağlı kaldığı büyük bir dostu da merhum bestekâr Rahmi Bey idi. Benim de babamın ölümünden önce hem de sonra annemle beraber içinde bir aile muhabbetinin tadını duyduğum Rahmi Bey’in evine dair hatıralarım vardır.”

  Makam kullanımı, güfte usul uyumu, melodik yapıdaki yüksek zevk, hemen hemen tüm şarkılarının ortak yönüdür. Şarkılarının çoğunun güftesini de kendisi yazmıştır ve bu güfteler de ayrı bir güzelliğe sahiptir. Mülkiyeden arkadaşı Ahmed İhsan Bey onu anlatırken “Sonra bestekâr olmuştu„ dediğine göre eserlerini olgun yaşlarında bestelediğini düşünmek yerinde olur. Şarkılarında nağmeleri adeta oya gibi işleyen Rahmi Bey’in bu konuda en ufak bir kusura meydan vermeyecek titizliğe sahip olduğu kesindir. Kısacası Rahmi Bey, şarkı formunun “amatör„ fakat bu formun en üst sıralarında yer alan bestekârlarımızdandır demek Onun hakkını teslim etmektir. Rahmi Bey’in bugün elimizdeki eserlerinin sayısı 1 Tekbir ve 38 şarkı olmak üzere 39 tanedir. Bu şarkılarda 22 makam kullanmıştır. Klâsik repertuarımızın şaheserlerinden olan şu üç şarkının hikayesi de hem mûsıkî tarihimiz için, hem de Rahmi Bey’in kişiliğini yansıtması bakımından ilginçtir.

            “Rahmi Bey, maddi sıkıntı çektiği günlerde mûsıkîşinas dostlarından birinin düğününe davet edilmişti. Böyle bir davete doğal olarak eli boş gidemezdi. Bir hediye almak gerekiyordu.  Fakat içinde bulunduğu maddi koşullar, bir hediye almasını engelliyordu. Bu düşünceler içinde iken birden şu mısralar döküldü

                       

“Ey mutrıb-ı zevk âşinâ

 Bir şarkı yaptım ben sana

 Reftârı tarzı nev-edâ

 Çal söyle eğlen dâima„

 

 

Böylece dostu olan düğün sahibine en güzel hediyeyi vermiş oldu.

 

            Yine Tâhir-Bûselik  şarkısı

 

            Geçti o gamlı eyyâm-ı sermâ

            Oldu baharın âsârı peydâ

            Giymiş yeşiller kühsâr ü sahrâ

            Güller çiçekler açmış serâpâ

                        Bülbüller olmuş hep nağme pîrâ

 

1908 II. Meşrutiyetin insanlarda uyandırdığı coşku sevincin ifadesi olarak bestelenmiş.

            Tanburi Cemil Bey bir gün gazete okurken birden gözleri sevinçle parlamış. Çünkü san’atkâr arkadaşı Rahmi Bey’in üst düzey göreve getirildiğini okumuş. Hemen orada bir tebrik telgrafı yazmış ve sevincini belli ederek Rahmi Bey’e göndermiş. Telgrafı alan Rahmi Bey, çok sevdiği Cemil Bey’e Sûznâk makamından bestelediği, sözlerini de kendisinin yazdığı şu şarkıyı ithaf etmiş.

                        “Bir sihr-i tarâb nağme-i sâzındaki tesîr

                          Hep yâreli seslerle eder rûhumu teshîr

                          Hicrânzede sevdâları eyler bana tasvîr

                          Hep yâreli seslerle eder rûhumu teshir„

 

Yine Şevki Bey gibi bir dehanın ölümü üzerine Recai-zade Mahmud Ekrem’in yazmış olduğu,

            “Gül hazin sümbül perişân bağ-zârın Şevki yok„ güftesini, Bayâtî makamından ve Ağır Aksak usulünden bestelemiş ve Bayâtî makamına en güzel şarkılarından birini kazandırmıştır.

            Rahmi Bey ile ölümünden iki gün önce beraber olan Laika Karabey şunları söylemiştir: “Kadıköy’ündeki Şark Mûsıkî Cemiyetine gelir, eserlerini çoluk-çocuk sayılan bizlere geçmek tevazuunda bulunurdu. Ölümünden iki gün önce cemiyete gelmiş, bir şarkı yaptığını, güftesinin de kendisinin olduğunu söylemiş ve notaya almamı istemişti. Mûsıkî hayatım pek azdı, cesaretsizdim, korka korka yanına oturdum. O söyledi, ben yazdım. Bittikten sonra çalmamı istedi. Çaldım pek memnun oldu, iltifatlar etti„ Şarkı şu idi.

                       

                        Bir nev civânsın şûh-i cihânsın*

                        Rûh-i revânsın sînemde cânsın

           

            Refik Fersan, Rahmi Bey’in ölümü ile ilgili hatıralarında şunları yazmıştır: “ ..... Ertesi gün Rahmi Bey’i bekledik, teşrif etmedi. Akşam da gelmedi. Fakat Rahmi Bey’in eski arkadaşlarından komşunuz Mükerrem Bey merhum geldi. Evde kızamıktan yatan hastaları gördü ve hatır sorduktan sonra, birlikte odadan çıktık. Kendisine bir teessür alâmeti bariz bir surette göze çarpıyordu, ben şüphelendim.

-         Mükerrem Bey, galiba rahatsızsınız, sizde bir tuhaflık var, dedim.

Soruma cevap vermedi. Nihayet biraz daha sıkıştırdım.

            - Rahmi Bey, dün akşam sizden çıktıktan sonra Şark Mûsıkîsi Cemiyetine, oradan da köşke gelmiş. Merdivenleri çıkarken bir fenalık hissetmiş, hemen koluna girip, yatağına yatırmışlar. Gelen doktor ne yapılması lazımsa yapmış ise de kurtarılamamış ve sabaha karşı ölmüş. Hemen Erenköy’e koştum, dilim döndüğü kadar ailesini avutmaya çalıştım. Yarın öğleyin kaldıracaklar, deyince kendimden geçer gibi oldum. Bu kara haber çok acı idi. Ertesi gün merhumun cenaze töreninde bulundum. Kendini seven dostlarından oluşan bir cemaatle kaldırdık.”

 

Rahmi Bey 29.4.1924 tarihinde  öldü ve Eyüp Sultanda, babasının yanına gömüldü.

                                                                                   

 

 

            * Aynı şarkı için Refik Fersan, Rahmi Bey’in “ Fahire’ye bir şarkı yaptım, benim hatıram olarak kalsın.” dediğini ve eseri, Rahmi Bey’in sesinden notaya aldığını yazmıştır.