ITRİ

1638? - 1.1712

  

Klâsik mûsıkîmizin sembolleşmiş ismi Itri , İstanbul , Mevlânakapı’sındaki , Yaylak denen semtte dünyaya geldi. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber 1630-1640 yılları arasında doğmuş olması ihtimali kuvvetlidir. Asıl adı Mustafa’dır. Itri ise şiirlerinde kullandığı mahlâstır. Fakat bu mahlâs , onun mûsıkî alemindeki kısaca tanımlanmasını sağlayan adı olmuştur. Buhuri-zade‘lik ise aile adıdır. Bu isimden , babasının veya dedelerinin güzel koku ile ilgili bir işle uğraştığı sonucunu çıkarabiliriz.

  Hattat , şair , hanende ve bestekâr olarak zamanında ün yapan Itri’nin bu konularla ilgili çok iyi bir eğitim aldığı kesindir. Siyahi Ahmet Efendi’den hat ve edebiyat konularında yararlanmıştır. Hafız Post mecmuasının sonuna yapmış olduğu eklerden Itri’nin yazısı hakkında fikir edinmek mümkündür. Şair olarak da döneminde tanınan biri idi. Yazmış olduğu şiirleri dağınıktır. Bunları bir divan şekline getirmediği anlaşılmaktadır. Dönemin yazma mecmualarında, gazel, şarkı, tarih düşürme, na’t gibi formlarda yazmış olduğu şiirleri  yine Nabi’nin bazı şiirlerine yapmış olduğu “Tahmis”leri ve nazireleri dikkat çekecek kadar başarılıdır. Bestelemiş olduğu güftelerin bir çoğunun ona ait olduğunu da düşünebiliriz. Dönemin şiir anlayışına uygun olarak yazmış olduğu şiirlerin yanısıra, duygularını samimi ve anlaşılır biçimde söylediği şu iki şarkı formundaki şiiri, bize fikir verecek özelliğe sahibtir.

           

Aşkın ile kalmadı tende mecâl

            El-aman ey  gonca dehân el-aman

            Firkatin ile bu gönül pür-melâl

            El-aman ey  gonca dehân el-aman

 

            Gamze-i fettân ile pür-yâreyim

            Tîr-i gam ile dil-i sâd-pâreyim

            Âşık-ı üftâde vü bî-çâreyim

            El-aman ey  gonca dehân el-aman

 

            Hâtır-ı nâşâdımı gel eyle şâd

            Mirve-i vaslınla edib ber-murâd

            Itrî-i bî-tâkatine eyle dâd

            El-aman ey  gonca dehân el-aman

                   

 

                          *******

 

 

            Aşık oldum bin can ile

            Gözlerim doldu kan ile

            Geçti ömrüm hicrân ile

            Terkeyledin âhir beni

 

            Kerem eyle dostum bana

            Dil ü cânım verdim sana

            Bakmaz oldun benden yana

            Terkeyledin âhir beni

 

           

 

 

Niçin yanıma gelmezsin

            Hâtırım ele almazsın

            Semt-i vefâyı bilmezsin

Terkeyledin âhir beni

           

Cânıma kâr etti elem

            Cürmüm nedir suçum bilmem

            Ben senin kurbânın olam

            Terkeyledin âhir beni

 

            Itrî’ye rahmeyle cânım

            Nice demdir ki giryânım

            Nedir cürmüm a sultânım

            Terkeyledin âhir beni

 

           

 

 Fakat bu iki dalda yapmış olduğu çalışmalar, onun müzik dehasının yanında pek de dikkate alınmayacak seviyededir. Itri’yi zamanında da, günümüzde de, olağanüstü kılan yönü muhakkak ki bestekârlığıdır.

  Hafız Post’dan önemli ölçüde yararlanan Itri , ekolleşme çabası içinde olan mûsıkîye adeta son şeklini vermiş , gidilecek yolu kesin hatlarıyla belirlemiştir.

  Itri’nin mûsıkîde tanınıp üne kavuşması IV.Mehmed zamanına rastlar. Padişahın onu sık sık saraya davet ettiğini , onun sesinden fasıllar ve yapmış olduğu besteleri dinlediğini , ona iltifatlarda ve ihsanlarda bulunduğunu bilmekteyiz. 1694’lü yıllarda uzun zamandır istediği “Esirciler Kethudalığı”nı Padişahtan istemiş , Padişah da onun bu isteğini yerine getirerek , geliri bol olan bu iş ile onun rahat bir hayat sürmesini sağlamıştır. Itri’nin esirciler kethudalığı ile ilgili günümüze gelen bir söylenti de şudur.  Itri, mûsıkîye yetenekli ve güzel sesli gençleri seçebilmek, onların müziklerini tanımak ve onları eğitmek için bu görevi ısrarla istemiş. Padişah da Itri’ye çok arzuladığı bu görevi vermiştir.

  IV.Mehmed’e serhanende olarak hizmet eden , onun musahibi olan ve Harem-i Hümayun’daki cariyelere mûsıkî öğreten, Enderun’da da hocalığını devam ettiren Itri’nin , dönemin san’at sever devlet adamlarından Selim Giray Han ile de beraber olduğu ve onun himayesinde bulunduğu kesindir. Selim Giray’ın , dönemin şairlerini , ediblerini , hanende ve bestekârlarını bir araya getirerek, sanat toplantıları yaptığı bilinmektedir. İşte bu toplantıların vazgeçilmez isimlerinden biri de Itri idi.

  IV.Mehmed’in 1687’de tahttan indirilmesinden sonra da Itri , saraydaki durumunu korumuş , III.Süleyman , II.Ahmed , II.Mustafa ve III.Ahmed dönemlerinde de Padişahlardan gerekli ilgiyi ve desteği görmüştür.

  Kimlerden faydalandığını kesin olarak bilmediğimiz Itri’ye , Koca Osman , Küçük İmam ve Hafız Post gibi önde gelen mûsıkîşinasların yardımcı olduğu düşünülmektedir. Küçük İmam ve Hafız Post’a düşürdüğü tarihler , bu yönüyle dikkat çekicidir.

“Fevtin anın göricek Itri dedi tarihin

  Ah cem’iyet-i yaran İmamsız kaldı (1675)”

“Küçük İmam” adıyla anılan Mehmed Efendi için düşürdüğü tarihtir.

  

   Itri  tüm hayatını büyük bir itibarla , maddi ve manevi rahatlık içinde geçirmiştir. Çağdaş Şeyhulislam Es’ad Efendi’nin ünlü biyografik eseri “Atrabu’l Asar” ında , onun için yazılanlar özetle şöyledir :

   Mûsıkî ilminde yücelen ustalığıyla ünlenmiş nakış ve kâr gibi eserlerinde ustaların ustası ve en başarılısı olduğundan , Padişahın saraydaki huzurunda defalarca ve binlerce fasıllar düzenleyip Padişahın beğenisini kazanmış olduğundan , esirciler kethudalığı ile korunmuş ve büyük merhamete layık kılınmıştır. Gerçi sesi ve edası garip , paslı bir çeng gibi, ahenksiz , perdesiz ve kararsız idi.”  demektedir.

  Özellikle Itri’nin sesi hakkında Es’ad Efendi’nin getirmiş olduğu yorum , diğer bazı kaynaklarla çelişmektedir. Safai ve Salim , Itri’nin sesinin ve tavrının eşsiz olduğu , Padişahın huzurunda yapılan fasıllarda diğer hanendelerin ağızlarını açmadığı şeklindeki yorumlarını bize ulaştırmışlardır ki doğru olması gereken de budur. Zira Padişahın huzurunda yüzlerce fasıl yapıp, eserler okuyan Itri’nin kötü olan bir sesle bunu yapması beklenemez.

  Itri’nin bestekârlığı ise hiç tartışılmayacak şekilde en üstün düzeydedir. Meragi’den sonra mûsıkînın temel konularında düşünülen değişiklikler , Itri’de bambaşka bir boyuta ulaşır.

Mûsıkîdeki tesiri kesin olup , sonraki bestekârlar onun açtığı yola uygun eserler yapmışlardır. 1000’den fazla eser bestelemiş olmasına rağmen eserlerinin büyük bir bölümü günümüze ulaşmamıştır. Bugün sahip olduğumuz eserlerinin sayısı 42 kadardır. Dini ve din dışı yapmış olduğu besteler , onun bu iki sahada da çok başarılı olduğunu , özellikle Neva Kâr’ı ve Kurban Bayramı tekbiri ile de eşine rastlanmayacak bir noktaya ulaştığını görürüz.

  Neva Kâr formunun ve klâsik mûsıkîmizin en önde gelen eserlerinden belki de ilkidir. Dönemin kültür hayatına uygun olarak yapmış olduğu kâr , teknik özelliklerinin yanı sıra melodik yapısı ve üslubu ile mûsıkîmizin Selimiye’si , Süleymaniye’si gibi ihtişamlıdır.

  Kısaca Bayram Tekbiri olarak adlandırdığımız eseri ise tüm İslam alemine mal olmuş , bir mûsıkî cümlesiyle erişilmez ilahi noktayı yakalamış , son derece etkileyici bir eserdir. Cami’ mûsıkî sinin ilk sırasında yer alan tekbir , melodik yapısı ve seyir alanı itibarıyla da herkesin okuyabileceği bir yapıya sahiptir.

  Itri’nin Segâh Ayin-i Şerif’i ise formunun en güzel örneklerindendir. Sınırlı sayıda olan ayinlerin ilklerinden olması da Segâh Ayin’in özelliklerindendir.

  Itri’nin Mevlevi mûsıkîsine olan katkısı bu ayinden çok bestelemiş olduğu “Na’t-ı Mevlâna” sıdır. Ondan önceki “Beste-i Kadim” olarak adlandırılan ayinler de dahil olmak üzere , sonraki ayinlerin tümünün başında bu na’t icra edilmiştir.

  Bütün bunlardan Itri’nin Mevlevi olduğunu ve tasavvuf ve Mevlevi mûsıkî sini bu tarikatle geliştirdiği sonucunu çıkarabiliriz.

  Itri’nin şarkı ve türkü gibi küçük formlarda da eserler verdiğini bilmekteyiz. Fakat bunlardan günümüze ulaşan olmamıştır. 1712 yılında ölmüştür. Mensubu olduğu Yenikapı Mevlevihanesi’nin dışında bir yere gömülmüştür.

 

Itri :

 

Büyük Itri ‘ye eskiler derler ,

Bizim-öz mûsıkîmizin pîri ;

O kadar halkı sevk-edip yer yer ,

O şafak vaktinin cihangîri ,

Nice bayramların sabah-erken ,

Göğü top sesiyle gürlerken ,

Söylemiş saltanatlı Tekbîr’i.

 

Tâ Budin’den/Irak’a , Mısr’a kadar,

Fethedilmiş , uzak diyarlardan,

Vatan-üstünde hürr-esen rüzgâr,

Ses götürmüş bütün baharlardan.

O dehâ öyle toplamış ki bizi ,

Yediyüz yıl süren hikâyemizi

Dinlemiş/ihtiyar çınarlardan.

 

Mûsıkîsinde bir taraftan din ,

Bir taraftan bütün hayat-akmış  ;

Her taraftan Boğaz , o şehrâyîn ,

Mavi Tunca’yla gür Fırat-akmış ;

Nice seslerle gök ve yerlerimiz ,

Hüznümüz , şevkımiz , zaferlerimiz ,

Bize benzer , o kâinat-akmış.

 

Çok zaman dinledim Neva Kâr’ı ,

Bir terennüm ki hem geniş , hem şûh ;

Dağılırken Nevâ’nın-esrârı ,

Başlıyor Şark-ufuklarında vüzûh ;

Mest-olup sözlerinde her heceden ,

Yola düşmüş birer birer geceden ,

Yürüyor fecre elli milyon rûh.

 

Kıskanıp gizlemiş kazâ ve kader

Belki binden ziyâde bestesini.

Bize mîrâsı kaldı yirmi eser.

Na’t’ıdır/en mehîbi en derini.

Vâkı’â ney , kudüm gelince dile ,

Hızlanan mevlevî semâ’ıyle

Yedi kat/arşa çıkmış âyîn’i.

 

O ki bir ihtişamlı dünyâya

Ses ve tel kudretiyle hâkimdi ;

Â’detâ benziyor mu’ammâya ;

Ulemâmız da bilmiyor kimdi ?

O eserler bugün defîne midir ?

Ebediyyetde bir hazîne midir ?

Bir bilen var mı ? Nerdeler şimdi ?

 

Öyle bir mûsıkîyi örten-ölüm ,

Bir teselli bırakmaz-insanda.

Muhtemel görmüyor henüz gönlüm

Çok sa’atler geçince hicrânda ,

Düşülür bir hayâle zevk-alınır :

Belki halâ o besteler çalınır ,

Gemiler geçmiyen bir ummanda.

 

                    YAHYA KEMAL BEYATLI